Tıp: Bilimdi, Sektör Oldu
Ne derse inanacağımız, sorgulamadan kabul edeceğimiz şefkatli, sevecen, babacan Hulusi Kentmen doktorlarımız belki hâlâ var ama hekimle ilişkimiz değişti artık.
Ameliyat dese, on tanesine daha sormadan ikna olmuyoruz. Çocuğa aşı deseler acaba içinde cıva var mı diye bir tereddüt… Kolesterolünüz var diyorlar, panik oluyoruz, sonra bir öğreniyoruz ki kolesterol hastalık değil. Başımızın ağrısı geçsin diye yuttuğumuz hap, bir bakıyoruz böbreklerimizi bozmuş… Bir yanda gebelere bardak bardak glikoz içirenler, bir yanda bebeğe zarar verir diyenler… Hepimizde bir kalp çarpıntısı, bir endişe, her gün televizyona çıkan doktorlara kulak kesiliyor; televizyon başında mini bir tıp müfredatını tamamlıyoruz. Sırtımıza ağrı vurduğunda kalbimizde bir sorun olabileceğini, brokolinin prostata iyi geldiğini, uyuyamazsak sarı kantaron çayı içeceğimizi el ayarı göz kararı biliyoruz artık.
Tıp, sağlık bilimi olmaktan çıkıp sağlık endüstrisi haline gelince bizler de hasta değil, müşteri sıfatını aldık. Şu an hasta değilsek potansiyel hasta. Potansiyel müşteri. Devasa şehir hastaneleri, onkoloji hastaneleri ne için yapılıyor? Bisküvi dağıtan plasiyerin nasıl satış hedefleri varsa, hekimlerin de her ay hastalarına belli sayıda tahlil, ameliyat yapmaları, reçete yazmaları gerekiyor. Hedeflerini tutturmak için. İşlerinde başarılı olanlar – yani mesela bir ilacı en çok reçete edenler- Dubai’deki o meşhur yedi yıldızlı otelde tatille ödüllendirilebiliyor.
İlaç şirketleri, hastaneler, sigorta sistemi, tıp eğitimi hep birlikte sağlık sektörünü oluşturuyor. Hekim artık bu yüksek getirili sektörün elemanlarından biri, bir iş insanı…
Ülkemizde sağlık sektörüne en büyük eleştiriyi de gene bu camiadan Prof. Dr. Ahmet Aydın, Prof. Dr. Canan Karatay, Doç. Dr. Yavuz Dizdar gibi isimler getirdi. Hulusi Kentmen doktorlarımız yok artık ama ne mutlu ki Karatay’ımız var. Yavuz Dizdar’ımız var. Rahmetli Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın bize miras bıraktığı şahane kitapları var.
“Hastalıklardan Korunma” Çağı
Sağlık sektörüne inancımız azaldı. Sorgulamadan kabul etme devri ebedi kapandı. İyileşmemizi değil, hapı yutmamızı önemsediklerini anladığımızda yeni bir çağ başladı. “Hastalıklardan korunma” çağı.
Hastalıklardan korunma, kadim tıp sistemlerinin, İslam tıbbının, Çin tıbbının, ayurvedik Hint tıbbının en önemli düsturu. “Seni hasta edecek etmenlerden kaçın, sana şifa olacak bir hayat benimse” diyor bu sistemler.
Hastalıklardan korunma için yiyip içtiklerimize dikkat ediyoruz, gün içinde hareket etmeye, güneşe çıkmaya çalışıyoruz. Vücudumuzda biriken toksinleri atmak için detoks programları uyguluyor, hacamat yaptırıyor, bacaklarımıza – aynı ninemiz gibi- sülük yapıştırıyoruz. Bitkisel çaylar hayatımızın olağan bir parçası artık; zencefilsiz ev herhalde kalmadı… Fitoterapi, aromaterapi, akupunktur, biyorezonans, şiatsu, homeopati, ozon tedavisi, refleksoloji hayatımıza gireli çok oldu.
Ortodoks tıbbın dışına taşan bu uygulamalar, ilk başlarda “şarlatanlık”la yaftalansa da, sonradan kabul görmeye başladı. Alternatif tıp ismini uygun buldular önce. Buna da itirazlar geldi, “tıbbın alternatifi olmaz” diye. Tamamlayıcı tıp kavramında anlaşıldı. Bir de, kocakarı ilacı diye küçümsenen şifalı otlarla tedavi, fitoterapi gibi havalı bir isme kavuştu da herkes rahat bir nefes aldı.
Modern tıbbın karanlık yüzünü fark edip tamamlayıcı tıp uygulamalarına kucak açmamızda kitapların rolü oldukça büyük. Sadece ülkemizde değil, bütün dünyada ilaç sektörüne, şefkatini yitirmeye başlayan hekim ve hastanelere, tıp eğitimine, sigorta sistemine inanılmaz eleştiriler yöneltiliyor. Kadim tıp uygulamalarını anlatan kitaplar çıkıyor. İşte size küçük bir okuma listesi…
Ufkumuzu Açan Kitaplar
Satılık Hastalıklar
Ray Moynihan ve Alan Cassels imzalı Satılık Hastalıklar çevirisi, 2006 yılında yayınlandığında küçük bir şok geçirdik. İlaç endüstrisi, tekstil endüstrisi gibi, daha fazla satış, daha fazla kar peşindeydi. Eve hiç ihtiyacımız olmayan bir pike takımını almak bizi maddi olarak zorlayabilir ama hiç ihtiyacımız olmayan bir kolesterol hapını veya hiç ihtiyacımız olmayan bir depresyon hapını yutmak sağlığımızı geri döndürülemez şekilde etkileyebiliyor. Yan etkisi “intihar eğilimi” olan depresyon hapları bile var!
İlaç şirketleri Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) gibi karar verici kurumlarla, devlet daireleriyle, derneklerle, vakıflarla karmaşık ilişkiler içinde. Kılavuz kitaplarda hastalıkların resmi tanımları değiştiriliyor ve aslında hiç de hasta olmayan insanlar ilaç kullanmaya ikna edilebiliyor. Hastalık “bilinçlendirme kampanyaları”yla yeni icat edilen sosyal fobi, regl öncesi disforik bozukluk, kadınlarda cinsel işlev bozukluğu gibi hastalıkların “tanıtımı” yapılıyor ve yepyeni “hastalara” ilaç içmeleri gerektiği telkin edilebiliyor. Halkla ilişkiler şirketlerinin yüksek bütçeli tanıtımlarıyla oluyor bunlar.
Bilimsel gelişmelerin tartışıldığı yer olması gereken kongreler, ilaç şirketlerinin sponsorluğunda düzenleniyor, belli bir ilacın reklamının yapıldığı bir PR faaliyeti haline gelebiliyor. Tarafsız karar vermesi gereken bilim kurullarında birileri ilaç şirketinin danışmanı, birileri maaşlı elemanı çıkabiliyor. İlaçlar, faydalarını abartan istatistik hileleri yardımıyla pazarlanabiliyor. Mesela, bir ilacın kalp krizi riskinizi yüzde 33 azalttığı söylenir ama bu ilacı 5 yıl boyunca her gün içtiğiniz takdirde kalp krizi geçirme riskinizin yüzde 3’ten ancak yüzde 2’ye düşeceği söylenmez.
Bu kitapta, yaklaşık 30 yıl boyunca Amerikan Psikiyatri Birliği üyesi olarak çalıştıktan sonra istifa eden Dr. Loren Mosher’in sözleri oldukça ilginç, “Psikiyatri neredeyse tamamen ilaç şirketleri tarafından satın alındı. Ben de ilaç şirketi kuklalarından biri olmak istemiyorum.”.
Kara Kutu
Bu kitabı okuyunca sağlık sektörünün şefkatini neden yitirdiğini biraz daha iyi anlıyoruz. Bir ülkenin sağlık politikaları, aşı politikaları, tıp müfredatı neye göre şekillendiriliyor? Alınan kararlarda halk sağlığı gözetiliyor diye düşünmek istesek de gerçek bu değil.
Soner Yalçın, bir önceki Saklı Seçilmişler’de gıda endüstrisinin sağlığımızı nasıl etkilediğini anlatmıştı. Yeni çıkan bu kitabında da, tedavi beklentisiyle kullandığımız ilacın bize yarardan çok zarar verebileceğini yazıyor. Küçük bir dert için yutulan hap hayati organlarımızı felce uğratabiliyor. Hepimizi sormaya, sorgulamaya, tartışmaya çağırıyor yazar. Bebeğe o aşıyı neden yapıyoruz, hangi hastalıktan ne kadar koruyor, rafta uzun süre bekleyebilmesi için hangi maddeler ekleniyor? Tavsiye edilen bir hapın yan etkileri neler? Karaciğerimizi, kalbimizi, bağırsaklarımızı nasıl etkiliyor?
Sağlık politikalarında Rockefeller ailesinin müdahalesine işaret eden yazar, bunun küresel bir uygulama olduğunu da belirtiyor. Şili’de, Arjantin’de,12 Eylül darbesinde Türkiye’de tıp fakültelerinde ilaçların yan etkilerini anlatan ders müfredattan çıkarılmış. Bu ailenin istediği eğitimi alıyor, bu ailenin istediği ilacı içiyoruz. “Niye herkes hasta?” diye soruyor Soner Yalçın. Etrafımızda bu kadar ilaç, hastane, tedavi olmasına rağmen bağışıklık sistemimiz neden çöküyor? Mutlaka okunmalı.
Organ Nakli Hakkında Gizlenen Gerçekler
Organ nakli toplumumuzda bıçak sırtı bir konu. Bir yanda nakil bekleyen küçücük bebekler… Böbrek hastaları, karaciğer hastaları… Psikolojik bir baskı var, organ bağışı yapmaya zorlanıyoruz neredeyse… Kemal Özer, bu kitabında, organ nakillerinde hiç sorgulamadığımız konuları tartışmaya çağırıyor bizi. Beyin ölümü nedir diye hiç düşünüyor muyuz? Beyin ölümü gerçekleşmiş vericiye neden anestezi uygulanıyor? Senelerce bitkisel hayatta kalıp sonra aniden gözlerini açan insanlar da var.
Deccal Tabakta
Gene bir Kemal Özer kitabı. Tohum şirketleri, biyoteknoloji, nanoteknoloji, GDO, hibrit tohum konularını ve bunların sağlığımızla alakasını irdeliyor. Kitapla ilgili yapılan bir söyleşide şunları anlatmış yazar: “En önemli hedeflerden biri savunma sistemi çökertilmiş, hastalıklı insanlar oluşturmak. Sağlığıyla uğraşmaktan bilimle, düşünceyle, iktisatla, siyasetle ve gelecekle ilgilenmeyen toplumlar oluşturmak. Bunun en kolay yolu sürekli hasta bir toplum meydana getirmekten geçiyor. Her gün hasta, her gün hastane koridorları ve odalarında çürütülen bir ömür ve ilaç maymununa dönüştürülmüş bir insanlık…” Kitap, Rockefeller ailesinden başka Rothschild ailesine ve kurdukları Bilderberg örgütüne de dikkat çekiyor. Kitapla birlikte, küresel tohum şirketleri ağının yer aldığı bir şema da hazırlanmış. Küresel tohum şirketleri, ilaç şirketleri, hatta ilginç ama, silah şirketleri birbirleriyle bağlantılı. İlaç şirketi Bayer, GDO tohum üreticisi Monsanto şirketini satın aldığında bu ilişkinin bariz bir kanıtını gördük. Kötü tohumu yiyip hastalanıyorsunuz, ilacınız da sizi zehirleyen şirketten… İlaç-zehir, hastalık-deva kavramları birbirine karışıyor…
Dünyada İlaç ve Kimya Terörü
İsmail Tokalak, aynı Kemal Özer ve Soner Yalçın gibi, gıda konusunda da, küresel sermaye ve üst akıl konusunda da yazan bir isim. Çok sayıda araştırma kitabı var. “Dünyada İlaç ve Kimya Terörü”, küresel ilaç mafyasının sağlığımızı nasıl etkilediğini anlamak için önemli bir kaynak. Tokalak, bir konuşmasında şunları sölemişti: “İlaçlar hastalığınızı tedavi etmek, yani sonuçlandırmak için değil, hayat boyu kullanmanızı sağlamak için reçete ediliyor artık. Bu da, bu ilaçların yan etkilerine senelerce maruz kalıp başka hastalıklara sahip olmak ve daha başka ilaçlara bağımlı kalmak anlamına geliyor. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) gıda ve ilaç konusunda bütün dünyayı etkileyen kararları alan, ilaçların piyasaya çıkıp çıkmayacağını belirleyen kurum. Halk sağlığını, halkın çıkarlarını değil, ilaç şirketlerinin çıkarlarını gözetir. İlaç konusunda sadece ülkemizde değil, bütün dünyada denetimsizlik vardır. Mesela reçeteli ilaçlar nedeniyle ABD’de yılda 120 bin kişi hayatını kaybetmektedir. Ağrı kesiciler gibi reçetesiz ilaçlar nedeniyle ABD yılda 70 bin kişi hayatını kaybetmektedir. Eroinden 15 bin kişi ölüyor. Bugün peynir ekmek tüketilen, düşünmeden yutulan ve reçetesiz atın alınabilen ağrı kesiciler sağlığımıza büyük bir tehdit haline gelmiştir. İnsan, neslini kontrol etmek istiyorsa, iki şeyi, tohumu ve aşıyı kontrol etmek zorundadır.”
Yazarın Dünyada Gıda Terörü ve Dünyayı Yönetenler ve Sistemleri başlıklı kitapları da mutlaka okunmalı.
Batı Tıbbı Sağlığınızın Altını Nasıl Oyar?
Kurumsal bir ilaç şirketinde karşılaştığı garip uygulamalardan sonra istifa eden kimyager Shane Ellison, modern tıbbı içten eleştiren kitaplar yazdı. Bir söyleşisinde anlattıkları çok çarpıcı: “İlaç şirketi iş modeli “sürdürülebilirlik” üzerine kuruludur. Hastalığın sebebini ve bunun dermanını bulmaktansa, hastaların sadece hayatlarını sürdürmesi sağlanır. Herhangi bir hastalığa derman olabilecek tek bir reçeteli ilaç bulamazsanız. Hastalıkları iyileştirmek, ilaç şirketlerine iş modeli olarak pek kârlı gelmez, sadece hastalıkların belirtilerini yok ederler. İlaç endüstrisi, sadece “hasta insanlardan” para kazanabilir. Hatta sağlık sigortası olan hasta insanlardan dersek daha doğru olur. Bu iş modeli ilaç şirketlerine büyük kâr getirir ve insanların kendilerine bağımlılığını garanti altına alır. İnsanların bu bağımlılığı sayesinde ilaç reklâmlarının, ilaç deneylerinin, üniversite araştırmalarının, hükümete yaptıkları lobi faaliyetlerinin ve “hayalet yazarların” parasını öderler. Bu stratejilerin hepsi birden hem toplumun, hem de hekimlerin gözünü boyamak için kullanılır.”
Yazarın dilimize “Bir Masalmış Kolesterol” ismiyle çevrilmiş bir kitabı daha bulunuyor. O da okumaya değer…
Taş Devri Diyeti
Her anlamıyla özel bir kitap. Vallahi editörüyüm diye söylemiyorum… Prof. Dr. Ahmet Aydın, kendini paraya değil, insanlığa adamış nadide hekimlerimizden biriydi. Kendi deyimiyle, “muayenehaneci” hiç olmadı. Cerrahpaşa Hastanesi’ndeki odasında her gün sayısız çocuğa baktı. Çocuk beslenmesi konusunda uzmanlaşmıştı ve Beslenme ve Metabolizma Anabilim Dalı Başkanı’ydı.
Büyük emekle hazırlanmış bu eserine “beslenmenin başucu kitabı” dersek abartmış olmayız. Geleneksel toplumlarda hastalıkların neden daha az görüldüğünü, endüstriyel gıdaların sağlığımızı nasıl etkilediğini gayet açık, sade bir dille anlatıyor. “Doğru beslenin, hastalıklardan korunun ve kurtulun” diyor.
Prof. Dr. Ahmet Aydın, sokak sütünü ilk öven ve bu övgüsü nedeniyle Tabipler Birliği’ne savunma yazmak zorunda kalmış bir isimdir. Bugün İstanbul’da her köşe başında sokak sütü bulabiliyorsak, onun da emeği çok. Ruhuna bir Fatiha’yı esirgemeyin. Allah nurlar içinde yatırsın…
Yemezler
Doç. Dr. Yavuz Dizdar’ın tatlı dille güler yüzle tavsiye ettiği paça çorbalarını, kokoreçleri milletçe el üstünde tutmaya başladık. Yavuz Dizdar hocamız, bu kitabında neleri yemememiz gerektiğini anlatıyor. 20 dakikada pişen tavuk, ekşimeyen yoğurt, bozulmayı bile beceremeyen gıda bizleri sağlığımızdan ediyor. Endüstriyel gıda, sağlığımızla birebir ilişkili.
İyileştiren Bitkiler
Prof. Dr. Erdem Yeşilada, fitoterapi, yani bitkilerle tedavi konusunda hocaların hocası olarak adlandırılır. Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Anabilim Dalı Başkanı. Yani ‘bitkilerle tedavi’ konusunun tam göbeğinde bir uzmandır. Bu kitabında, hastalıklarda faydası kanıtlanmış 75 özel reçete paylaşıyor. Konunun uzmanı güvenilir bir isimden güvenilir bilgiler!
Gerçek Tıbbın 10 Şifresi
Prof. Dr. Canan Karatay son on yılda milletçe en çok güvendiğimiz, en çok benimsediğimiz hekim oldu. Cesurca paylaştığı gerçekler pek çok insanın hayatını kurtardı. Kitap fuarlarındaki imza günlerinde kendisine sarılıp ağlayanları, hayatımızı değiştirdiniz diye teşekkür edenleri çok gördük. Modern tıp, ilaç şirketleri kendisine onlarca dava açmış, hiç dert etmeden, doğru bildiğini canı gönülden paylaşmaya devam ediyor. Bütün kitapları kıymetli. Bu kitabında modern tıbbın “genetik” veya “iyileşmez” yaftasıyla rafa kaldırdığı kronik artrit, insülin direnci, fibromiyalji gibi hastalıklar “iyileşir” diyor ve reçetesini sunuyor.
Tıbbi Bitkileri Doğru Kullanma Rehberi
Nazım Tanrıkulu, aromaterapi ve fitoterapiyle ilgilenenlerin yakından tanıdığı bir isim. Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi’nde 7 yıl görev yaptı. Şu anda Balıkesir BAÇEM’de idari bir görevi var.
Kitabı çok kıymetli. Kimilerinin ot-çöp diye aşağıladığı, kimilerinin “her derde deva-mucize” diye ticaretini ve sömürüsünü yaptığı tıbbi bitkileri bilimsel kaynaklara dayanarak, evde uygulanabilir formüllerle anlatıyor. Şifalı bitkileri öğrenmek isteyenler için güvenilir bir kaynak.
Kitap, bitkileri yetiştirmeden toplamaya, kurutmadan saklamaya, hangi bitkinin hangi kısımlarının kullanılacağına kadar yararlı ipuçları içeriyor. Farklı çay yapımlarından şurup kaynatmaya, tentürden macuna, kremden merheme, aromaterapiden doğal boyamaya kadar tıbbi bitkilerle ev ortamında yapabileceklerinizi toplam 89 reçete eşliğinde anlatıyor.
Bir yanıt yazın