Bugün bizim yemek ambalajları içinde, yemek isimleriyle gördüklerimizin çoğu gerçek değil. Marketlerde, üstünde “yoğurt” yazan plastik kovaların içindeki gerçek yoğurt değil. Bal görüyoruz, ama gerçek değil. Sirke görüyoruz, ama gerçek değil. Tereyağı görüyoruz, ama gerçek değil.
Market rafları garip yiyeceklerle doldukça zihnimiz de bombardımana tutuluyor.
Bir yandan reklamlar. İftarını kolayla açan aile, cips yedikçe havalanan delikanlı, çikolatasıyla aşk yaşayan genç kız…
Bir yandan televizyonda, gazetelerde binlerce haber. Neyin içinde hangi mineral var, hangi vitamin var, hangi hastalığa iyi gelir, hepsini ezbere biliyoruz. Domatesi görünce likopen, havucu görünce beta karoten görmüş gibi oluyoruz artık. Kafamızın içi bilgiyle şiştikçe domatesin eskiden en erken haziran ayında çıktığını, bir kokusu olduğunu, hemen zedelenecek kadar yumuşak olduğunu, muhteşem bir tadı olduğunu unutuyoruz. Onlar domates idiyse, bu kış günü pazarda satılan taş gibi sebze de ne diye düşünemiyoruz.
Bu gereksiz bilgilerin fazlalığı tek bir işe yarıyor: Gerçeğin üstünü örtmeye.
Mesela, ninelerimizin, onların ninelerinin de içtiği süt şahane bir gıdadır. İyisinin üstü bir parmak kaymak tutar. Sağıldıktan sonra 4-5 saat içinde kaynatılmazsa bozulur. Fabrikalar bu şahane sütü üreticiden alır. Kaymağını üstünden alıp başka bir yerde kullanır (krema veya tereyağı yapar, ayrıca satar). Kaymağının alındığı anlaşılmasın diye homojenize eder (yağın üste çıkmasını, kaymak tutmasını önledim der). Market raflarında ekşimeden aylarca müşteri bekleyebilsin diye sütün içindeki hayatı öldürür (UHT işlemiyle).
Bu gerçek sütü alıp öldürüp satma işinden çok para kazanan şirketler televizyon reklamlarında ünlü tiyatrocuları oynatıp gerçek süt almaya devam eden insanları azarlatırlar. Açık süt aleyhine haber yaptırırlar (ama fabrikalarına kendilerinin de “açık süt” aldıklarını bir türlü söylemezler).
İçinde Ne Var?
Amerikalı yazar Michael Pollan, “anneannenizin anneannesi zamanında olmayan hiçbir şeyi tüketmeyin” diyor. Bu sözlerine ben de katılıyorum. “Ksantan zamklı” dondurma, “monosodyum glutamatlı” hazır çorba, aspartamlı puding tozu onların zamanında var mıydı?
Bir gıdanın gerçek olup olamayacağını “içindekiler” etiketi gösterebiliyor. Mesela evde kurabiye yapsanız un, yumurta, yağ, şeker kullanırsınız. Endüstriyel kurabiye diyebileceğim bisküvilerin içinde ne varmış bir okuyun. Malzeme listesi 5-6 maddeden fazlaysa, içinde bilmediğiniz kelimeler geçiyorsa gerçek gıda niteliğini kaybetmiş olma ihtimali yüksektir.
Böceklenme Kabiliyeti
Evimizde pirinç, kuru börülce, kuru kayısı gibi yiyeceklerin zamanla böceklenmesi de zannedildiği gibi kötü bir olay değildir. O gıdaların, ilaçlanmamış veya radyasyona maruz bırakılmamış olduğunu gösterir.
Örnek olarak kuru incire ne yapıldığına bakmak yeterli. TARİŞ İncir Tarım Satış Kooperatifleri Birliği Başkanı Hüseyin Karazor, Yeni Asır gazetesine 5 Eylül 2011 tarihinde şu açıklamayı yapmış: “Hidrojen peroksit normalde temizlik sanayiinde kullanılan kimyasal bir ürün. Gıdalarda kullanımı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yasak. Ancak yıllardır yeterli yaptırımın olmaması nedeniyle kuru incirde kullanılıyordu. … Vatandaş alacağı incirin fiyatına ve rengine dikkat etmeli. Ucuz fiyatlı, rengi beyaz ürünlerde hidrojen peroksit riski fazladır. Kuru incir doğal renginde yani sütlü kahverengi olmalıdır. Kuru incir bembeyaz renkte olmaz. İncir koklandığında çamaşır suyu kokusu geliyorsa peroksit kullanıldığının göstergesidir. Ancak peroksit kullanılan çoğu ürün kokmayabilir.” Hemen ekleyelim, hidrojen peroksitin gıdada kullanımı kanserojen olduğu için yasak!
Bir gıdanın kokusu, tadı veya herhangi bir özelliği böceğe itici gelirse onu yemez. Biz neden yiyelim?
Ekşiyebilme Kabiliyeti
Kuru fasulye pişirip de oda sıcaklığında 2 gün bekletseniz ekşir, köpük köpük olur, tadı yenilemeyecek kadar bozulur. Evde yoğurt mayaladığınızda ilk gün tatlıdır, sonra gün be gün ekşir. 1 hafta içinde bayağı ekşimiş, tadı değişmiş olur. Market yoğurdunu oda sıcaklığında 40 gün dahi bekletseniz tadında bir değişiklik olmuyor, bozulamıyor, ekşiyemiyor…
Bu bozulma, ekşime dediğimiz olay gözle göremediğimiz küçük canlılarla ilgili. Mikroorganizmalar market yoğurdunun içinde yaşayamıyor, barınamıyor, çoğalamıyor. Ah, ne güzel bakterisizmiş diye düşünebilirsiniz belki ama vücudunuzun o bakterilere ihtiyacı var. Aynı endüstri, bazı yoğurtlara o bakterileri ekleyip çok daha pahalıya “probiyotik yoğurt” ismiyle satıyor. İnsanlar da “probiyotik yoğurt yedim, sindirimim düzeldi” diyor, yepyeni bir icadı keşfetmiş gibi mutlu oluyorlar. Ev yoğurdu zaten probiyotik… İşte, gerçeğin üstünün örtülmesi diye buna denir…
Mevsimler
Bir arkadaşım kış aylarında bebeğinin mamasını mevsim sebzelerinden “havuç ve kabak”la hazırladığını anlatmıştı! Diyetisyenlerin bile bütün kış “domates yiyin” dediği bir ülkede kabağın kış sebzesi sanılmasına şaşırmamak lazım.
Sera devrinden önce her mevsimin meyve sebzesi vardı. Baharda bakla, bezelye ve enginarın; yazın domates, patlıcan, bamya, kavun, karpuz, sardalya balığının; sonbaharda kızılcık, elma ve ayvanın; kışın hamsi, mandalina, lahana ve pırasanın tadını çıkarmak bana çok iyi geliyor.
Bazen, etrafımızda en çok bulunan, en ucuz malzemeyi almak en iyisidir. İzmir civarında yazın ara ara taze fasulye bulamazsınız ama her yer taze börülce doludur; bu durumda taze börülce yemek en iyisi.
Food Inc. (Gıda A.Ş.) belgeselinde, ABD’ye göçmüş bir aile kısıtlı bütçeleriyle sağlıklı beslenmelerinin mümkün olmadığını anlatıyordu. ABD’de hamburger brokoliden çok daha ucuz. Allah’tan Türkiye’de kısıtlı bütçeyle sağlıklı beslenmek, meyve sebze yiyebilmek hâlâ mümkün. İnşallah hep de mümkün olur.
Bir yanıt yazın